Kavramsal sanatın gözde isimlerinden Joseph Beuys kimdir, necidir, neler yapmıştır sorularının cevabını vermeye geçmeden önce sanatçının dahil olduğu bu ilginç sanat akımından kısaca bahsetmek gerekir diye düşünüyorum. 1960 sonrası resim sanatının, “kavramsal sanat” ile düşünsel anlamda bir nesneye dönüşümü ile kavramsal sanatın merkezinde sanat bir zevk alma aracı olarak konumlandırılmayarak, bunun yerine sanat düşünsel bir eylem; bir bilme ve tanıma süreci olarak görülmüştür.
Geleneksel estetik kavramına karşı kavramsal sanatçıların mesafelidirler, onlara göre resim ve heykel sanatın kendisi değil biçim almış halidir. Bu nedenle bu alanlarda çalışma yapmak daima sınırlar içinde sıkışmak demektir. Kavramsal sanatçıların bu düşüncesi ile zamanla daha çok sanatçı resmin olanaklarından çok daha fazla disiplinler arası süreçlere geçiş yapmıştır.
Kavramsal Sanat, sanat üzerine düşünmeyi ön plana koymuştur. Bu da sanatın ve sanatın asıl malzemesi olan fikirlerin içerik anlamında biçimden önce hale getirmiştir. Ben de sizlere bu kapsamda Joseph Beuys’ tan bahsetmek istiyorum.
1960`lı ve 70`li yıllarda Kavramsal sanatın en önemli sanatçılarından biri aynı zamanda grafiker, heykeltıraş, sanat kuramcısı ve yerleştirme sanatçısı Beuys, çok yönlü bir sanatçıdır. Özellikle enstalasyonları ile tanınır. Joseph Beuys kavramsal sanat akımının öncülerinden olsa da diğer Kavramsal sanat sanatçılarından hem yaşamı hem de sanatı ile daha farklı bir isimdir. Bu nedenle olsa gerek hakkında anlatılacak çok şey var! Sanatçı Fluxus topluluğunun üyelerinden olup , Marcel Duchamp’dan sonra geleneksel sanat kalıplarını kıran, son yüzyılın en provokatif isimlerinden biridir. Sanatçı 1921 yılında Almanya da Kleve’de küçük burjuvazinin içinde hayvan yemi satıcısı bir babanın oğlu olarak büyür. Eğitim hayatının ilk aşamasında sanattan ziyade tıp eğitimi almıştır. Ayrıca başarılı bir şekilde çello ve piyano çalmakta ve doğa bilimlerine büyük bir ilgisi vardır. Sanatçının sanatla arasındaki bağ, sıklıkla ziyaret ettiği Achilles Moortgat’ın stüdyosunda başlamıştır. Daha sonraları ise Hitler Gençliği adlı gruba katılmıştır. II. Dünya Savaşı`nın patlak vermesiyle birlikte gönüllü olarak Alman Hava Kuvvetleri’ne katılmış. İşte Beuys ‘un hayatını değiştiren karar burada kendini gösterir.
16 Mart 1944`te Kırım üzerinde uçarken ekip arkadaşı Laurinck ile birlikte uçtukları, bombardıman uçağı düşürülmüş ve kendisi de ağır yaralanmıştır. Beuys bu olayı yaşadığı sırada 22 yaşındadır. Beuys’ un anlatımına göre, hayatını uçağının düştüğü yerde yaşayan göçebe Tatarlar kurtarmışlardır. Beuys’ un vücudunu önce yağ ile kaplayıp sonra keçe ile sararak soğuktan donmasını engellemişlerdir.
Bu olayın gerçekliği New York’da düzenlediği bir serginin kataloğuna koyduğu uçak fotoğrafları nedeniyle daha sonraları bir tartışma konusu haline gelmiştir. Bunun sebebi; ortaya atılan uçak görsellerinin ve uçağın düşüş nedeninin sürekli değişmesiydi. Ancak kuşkusuz bu olay sırasında kullanılan yağ ve keçe onda travmatik izler bırakarak ileride gerçekleştireceği yapıt ve eylemlerde farklı formlarda karşımıza çıkarak onun sanat hayatının ayrılmaz bir parçası olacaktır. İyileştikten sonra sanatçı Batı Almanya’da paraşütçü olarak görev almış çeşitli başarılar kazanmış ve savaşın sonlarına doğru İngilizler tarafından esir alınsa da bir şekilde evine geri dönebilmiştir.
Sanatçı savaş sonrası spiritüalizme ilgi duymaya başlamış ve bu konuda okumalar yaparak bir yandan da ufak sulu boya ve desen çalışmaları yapmış, ayrıca yerel ressamlardan da ders almaya başlamıştır. 1947 yılında Düsseldorf sanat Akademisi’nde eğitim almaya başlamıştır. 1961 yılında ise sanat eğitimi aldığı akademide heykel bölümünde profesörlüğe kadar yükselmiştir. Ancak sonra ki yıllarda akademideki atölyelerin herkese açık olması yönünde ki ısrarcı tavrı nedeniyle görevine son verilmiştir.
Okulda oldukça sevilen bir hoca olan Beuys, öğrencilerinin ayaklanması sonucu akademideki atölyesi açık kalsa da eğitmenlik görevi konusunda ki karar değişmemiştir. Beuys 300’den fazla öğrenci yetiştirmiş Sanatsal arayışlarından bağımsız, kendini bir eğitimci olarak gören Beuys , öğrencilerini de kendi yollarını bulmaya teşvik etmiştir. Beuys ‘un öğrencileri bu denli etkileyebilmesinin nedeni özgürlükçü bir aura uyandırması ve tüm yapıtlarını anlamlandırmasıdır. Beuys ‘a göre “Sanatın amacı insanları özgürleştirmektir ve bu nedenle sanat bana göre, bir özgürlük bilimidir”. Beuys 1962’de sanat, müzik ve edebiyatı bir araya getiren çalışmalarıyla dikkat çeken Fluxus grubuyla tanışır. Resimden performans sanatına geçmesinde, sanatın toplumda daha çok etkili olması gerektiğine olan inancıdır. Fluxus’un temelinde yatan değişen dünyada sanat yapıtı da sürekli değişim halinde olmalıdır düşüncesini Beuys’un eserlerinde çok rahat görebiliriz. Beuys ‘da tam bu yıllarda Fluxus Hareketi’ne dahil olmuş ve bu dönem içinde ; Ölü Bir Tavşana İmgeler Nasıl Anlatılır, Amerika’dan Hoşlanıyorum ve Amerika da Benden Hoşlanıyor gibi eylemlerde bulunmuştur Bu konuda Beuys şöyle demektedir; ‘’ Heykellerimin doğası kesin ve bitmiş değildir. Birçoğunda işlemler sürmektedir; kimyasal reaksiyonlar, mayalanmalar, renk değişiklikleri, çürüme, koruma. Her şey bir değişim durumundadır.
Beuys 1962’de sanat, müzik ve edebiyatı bir araya getiren çalışmalarıyla dikkat çeken Fluxus grubuyla tanışır. Resimden performans sanatına geçmesinde, sanatın toplumda daha çok etkili olması gerektiğine olan inancıdır. Fluxus’un temelinde yatan değişen dünyada sanat yapıtı da sürekli değişim halinde olmalıdır düşüncesini Beuys’un eserlerinde çok rahat görebiliriz. Beuys ‘da tam bu yıllarda Fluxus Hareketi’ne dahil olmuş ve bu dönem içinde ; Ölü Bir Tavşana İmgeler Nasıl Anlatılır, Amerika’dan Hoşlanıyorum ve Amerika da Benden Hoşlanıyor gibi eylemlerde bulunmuştur Bu konuda Beuys şöyle demektedir; ‘’ Heykellerimin doğası kesin ve bitmiş değildir. Birçoğunda işlemler sürmektedir; kimyasal reaksiyonlar, mayalanmalar, renk değişiklikleri, çürüme, koruma. Her şey bir değişim durumundadır.
1965 yılında Duesseldorf’ta yaptığı “Ölü Bir Tavşana İmgeler Nasıl Anlatılır?“ adlı performansında Beuys, kucağında taşıdığı ölü bir tavşanla konuşarak ona galerideki resimleri anlatır, patileriyle onlara dokunmasını sağlar. Üstü başı balla ve altın varaklarla kaplıdır. “Beuys burada öteki dünyalar arası ilişkiye geçebilen bir şaman rolündedir. Bal ise evrene bir referanstır. Altın ise simya ilminde ruhun ve maddenin kusursuzluğunu simgeler; büyülü “felsefe taşı” bütün değersiz maddeleri altına çeviren bir hayat iksiridir”. Başka bir yoruma göre ise Tavşan ölüm, bal yaşam, altın zenginlik gibi anlamlara sahiptir. Beuys’un gösterisindeki malzemelere ve hareketlere ilişkin bir sınır koymak mümkün değil, anlamlar uzatıldıkça uzatılabilir. Beuys’un sanatsal yaratması sürece yayılmış eylemdir. Sanatçı, yaptığı gösteri niteliğinde belki de tiyatro niteliğindeki bu çalışmaya Toplumsal heykel demektedir. Buna benzer bir performansı 2005’te Marina Abramović yapmıştır.
Beuys 1974’te New York’taki Amerika’yı Seviyorum, Amerika da Beni performansını ise mekana ambulans ile gelerek ,canlı bir kır kurduyla gerçekleştirir. Elinde bir bastonla, keçelere sarınmış olarak kapatıldığı bir odada, kır kurduyla üç gün geçirir; sanatçı galeriye keçeye sarılı şekilde getiriliyor ve mekâna girene kadar gözlerini asla açmıyor. Telle sarılı alanda kurt, biraz saman, birkaç tutam kuru ot, türbin sesi yayan bir cihaz ve Wall Street gazetesi vardır. Elbette performansta kullanılan nesnelerin her birinin anlamları vardır ancak burada önemli nokta Beuys ‘un “Süreç ve Eylem, Beden’den ötededir “mottosu yatar. Beuys hayatını süreç sanatını olarak görmüş, ölümüyle tamamlamıştır.
Tabii ki Beuys’un asıl kök performansı, uçağının düşmesidir. Bu konuyu merkeze alan enstalasyonları ona asıl ün kazandıran çalışmalarıdır. Bu çalışmalara örnek olarak “Keçe Elbise” ve “Yağ Köşesi “ eylemleri verilebilir. Beuys kendi yaratıcılığında sürecinde etkili olan uçak kazası sırasında yaşadıkları ile ilgili olarak herkesin yaşantısı ve durumuyla ilgili simgesel nesneler ve çevreler yaratmıştır. Görsel özdeyişler aracılığıyla konuşmayı amaçlamıştır. Önemli olan eserin kalıcılığı değil, zihinde bıraktığı etkidir. Estetikten çok, toplumsal kaygı vardır.
Müzelerde veya galerilerde görebileceğimiz bir yapıt olmaktan ziyade Beuys’un eserlerinden geriye izleyicinin anıları ve belgeler kalır. Estetik hazdan ziyade, zihinsel uyarım söz konusudur. İzleyici bizzat esere dahil olmalı ve deneyimlemelidir. Ortaya çıkan sanat yapıtından çok altında yatan fikri aktarmakla ilgilenmiştir. Ve “düşünce plastiktir” der.
Beuys, yeni nükleer silahların protestolarında da öne çıkan isimlerden biri olmuştur ve çevreci ve politik kimliğiyle de dikkat çekmiştir. 1967’de Alman Öğrenci Partisi’ni, 1970’de Doğrudan Demokrasi Kuruluşu’nu kurmuş, Nükleer silah kullanımı ile ilgili olarak Alman rock gruplarından BAP ile anti-nükleer pop şarkısı Sonne Statt Reagan’ı (Güneş Reagen/Yağmur değil) birlikte söylemiştir. 1979’da Alman Yeşiller Partisi’nin kurucuları arasında yer aldı Sanatçı, 1982 yılında Documenta 7 çalışması için Kasselde (Almanya`da bir şehir) 7000 meşe ağacı dikme projesini başlatmıştır, aynı fikrin başka şehirlerde de hayata geçirilmesini beklemiştir. Beuys bundan dört yıl sonra da hayata gözlerini yummuştur.
YAZAR HAKKINDA
Dicle Kızıltaş
Dicle Kızıltaş 1997 yılında İstanbul, Pendik’te doğdu. Şuan Mimar Sinan Güzel Sanatlar Üniversitesi Sanat tarihi bölümünde son sınıf öğrencisi olarak eğitim görüyor. Alanı olan sanat tarihinin yanı sıra mimarlık, sinema ve fotoğraf alanlarına ilgi duyuyor ve yazılarında bu konulara da yer veriyor. Sürdürülebilir yaşam konusuna da ayrıca değer vermektedir. Sosyal medya hesapları ise aşağıda.